Ofisimdeyim…Tanrım ne güzel bir duygu.
Ofisimdeyim, ofisimdeyim, ofiste…
İşe başladım. Hem de çok afili bir şirkette. Şirketin çok özel ve güzel bir politikası var. Çalışanlar büyük çoğunlukla 18-23 yaş arasında, bir üst kademede az sayıda 23-28 yaş arası çalışan var ve ben o gruptayım. En üstte yaşları 45-70 arası değişen çok değerli bir grup mevcut. Biraz önce gelip telefonumu sonra da internetimi bağladılar. Bomboş bir masa ile karşılaşınca öyle panikledim ki bir süre odanın ortasında durup algılamaya çalıştım olan biteni. Yani yıllar boyu okuyup adam olmak deyiminin geldiği son nokta burası mı şimdi dedim kendi kendime. Takvim mi asmalıyım fotoğraf mı yapıştırmalıyım? Bir çerçeve koysam mı acaba, sahi kalemliklerimi nasıl dizmeliyim? İşte bütün bu sorular aynı anda beynime hücum edince yavaşça koltuğuma oturdum ve düşünmeyi yasakladım kendime. Birkaç dakika boşluğa daldım ve boşalttım karışan düşüncelerimi.
Belki de on seneden fazla süre kendimi sırf bunun için afyonlamıştım. Pazar günleri sabah hep bir gün bu hale gelebileceğimi ve artık rahatça uyuyabileceğimi hayal ederek kalkıp deneme sınavlarına koşturmuştum. Ortaokuldan itibaren işte elimde tutuğum ofisimin anahtarlarını alabilmek için sürünün içinde sürüden ayrılmaya çalışmıştım. Bazen test çözmekten yorulduğumda, her şeyi bırakıp hayal etmeye başlardım. O zaman TRT’de hafta sonları güzel filmler olurdu akşam kuşağında. Oradaki gençlerin hayatları hep cezp ederdi beni, hafta sonu yapılan pijama partileri, arkadaşlarla gidilen kamplar ve Pazar günleri evin arka tarafında kalabalık komşu gruplarıyla güle oynaya yenen barbeküler… işte bir gün bunların benim de hayatımda olup olmayacağını ya da var olsaydı nasıl olabileceğini hayal ederdim.
Benim gençliğim ise okuldan sonra gidilen dershaneden akşam vakti eve dönüş, tabi o saate kadar herkes akşam yemeğini yediği için sonradan ısıtılan yemekleri tek başına kaşıklama, eksik konuları soru çözerek tamamlama ve o hafta sonu yapılacak deneme sınavında sınıftaki diğer arkadaşlarımdan kötü almamak için birkaç deneme çözmekten ibaretti. Neyse ki üniversitede durum biraz daha insancıl bir boyut kazandı, ancak yeri geldiğinde sabahladığım projeler de oldu, hatta ÖSS’ye uzun derken üçer saat süren finallerde cebelleştiğim de. Bana öyle geliyor ki bu ülkede benim yaşlarımda olup benden çok da farklı bir gençlik yaşayan yoktur. Hepimiz aynı tornadan geçtik ama sahi nasıl bir sözleşme imzalatmışlardı bize bunların en başında? Ben hatırlamıyorum ya siz?
Din derslerinde hocamızın bizi imana getirmek için kullandığı bir hikaye geldi aklıma 😀
O zaman için puta tapan birini Müslümanlığa geçirmek için ikna etmeye çalışırlar, ki yanılmıyorsam Hz. Ali’ydi . (Ben de din kitaplarındaki hikayeleri kaynak göstermeye başladım ya daha ne diyeyim 😀 ) Puta tapan sorar ‘Bana her şeyi anlatıyorsunuz da ya öbür dünya diye bir şey yoksa?’ der. Karşısındaki de anlamlı anlamlı bakar ve ‘ya varsa?’ diye sorar. Ve adam hemencecik orada ikna olur kelime-i şahadet getirir. Bize de çalışkan bir öğrenci olur ve sınavlarımızda yüksek başarılar alırsak çok önemli insanlar olacağımız söylendi ve biz de hemen inanıp başladık koşturmaya ama sorarım size ‘ya yoksa?’
Diyeceksiniz ki ‘dostum, sen değil misin nihayet ofisimdeyim, yıllardır beklediğim an geldi diyen.’
Tamam dedim, ama ya bu durumu coşkuyla kabullenip şükretmem hataysa? Hemen bir gözlemimden örnek verip açıklayayım o halde;
İki gündür yolum Kızılay’dan geçiyor hem de tam işten çıkma vaktinde. Dolmuş bir ileri bir geri ilerlerken camdan seyrediyorum devlet dairesinden çıkan teyzeleri ve amcaları. Sıraya girmiş eve gitmek için servis bekleyeni de var, sıkışık trafikte kendi arabasıyla evine ulaşmaya çalışanı da. Peki ama ne için bunca hır gür? Cevabı basit; yaşamımızı idame ettirebilmek ve çocuklarımıza güzel bir hayat verebilmek için. Ve o sırada hırsız kediyi kuyruğundan yakalayıverdim. Ne dedin? ‘Çocuklarımıza güzel bir hayat verebilmek için.’ Hımm… yani çocuklarımız iyi okullar kazansın diye sabah, akşam, hafta içi, hafta sonu gidecekleri dershanenin, özel hocanın ve kitaplarının masraflarını karşılayabilmek için. Sonra iyi üniversitelerde, en iyi yurtlarda, arkadaşlarından hiçbir eksikleri olmadan yaşayabilmeleri için ve sonra… sonra ülkemizde hiç bitmeyen krizden onların da nasibini alıp birkaç ay işsiz gezdikten sonra umduğunu değil bulduğunu yemesi için. Sonra bu bulduğuyla parayı biriktirip evlenmesi, çocuk yapması ve zamanında beklediğimiz kuyruklarda bu kez onların aynı nedenle beklemesi için… ‘Çocuklarımıza güzel bir hayat verebilmek için.’
Ben niye bu ofisteyim? Daha iyi bir yaşam standardı, daha iyi bir kariyer derken en sonunda gelip nihayete eriyor; ‘Çocuklarıma güzel bir hayat verebilmek için.’ Herkesin aynı amaç için bu kadar amaçsız ve anlamsız yaşaması içimi burkuyor evime doğru adımlarımı sıklaştırırken. Çünkü ben ailem bana güzel bir hayat verebilmek için sabah akşam çalışırken güzel bir çocukluk ve güzel bir gençlik yaşamadım, en azından o çok özenerek izlediğim TRT filmlerindeki çocukların ve gençlerin hayatı gibi değildi.
Ve ben nasıl safça inanabilirim çocuklarıma böyle bir düzen içerisinde güzel bir hayat verebileceğime?
İşte bu nedenle inanmayınız öyle coşkuyla ofisimin anahtarını elimde sallayarak bir o yana bir bu yana koşturduğuma, benim ki yalnızca çocukça bir avuntu. Sırf ‘Her şey boşaymış kızım yan derdine!’ diyen iç sesimi bastırmak için söylediğim bir şarkı. Ama en azından bu son bir haftada hayat bana çok güzel bir şey daha öğretti. Kendi kendime niçin bu ofisteyim niçin çabalıyorum dediğimde, ‘sadece ve sadece kendim için’ cevabını vereceğim. Hayattaki hiçbir mevkii ya da hiçbir işi sahiplenmeden yalnızca yaşayamadığım gençliğimin ve çocukluğumun acısını çıkartacak kadar para kazanıp çocuklarımı bu işe bulaştırmayacağım. Eğitim sisteminin onları kullanarak bir yerlere getirmesini değil, onların eğitim sistemini kullanıp bir yerlere gelmesini umacağım. Kendi adıma, bu anlamsız düzenin içine bulduğum tüm çomakları sokup başka bir düzenin mümkün olacağı günleri dileyeceğim. Ama gün gelir de ‘Anne, bir dershane parası ver de gideyim.’ derse çıkarıp veririm herhalde ama tek isteğim o tür şeylere ihtiyaç duymayacağı bir yaşamda dünyaya gelmesi…
P.S: Kendimi hiçbir şeyden zevk almayan nemrut bir kişilik gibi göstermek değil niyetim. Sadece birazcık daha çırpınıp öyle pes etmek istiyorum o kadar. ODTÜ az da olsa biraz isyankarlık bulaştırmış kanımıza ne yapalım 😀 Ayrıca hiçbirimizin o yurtdışında yaşam standartları yüksek, zevk-ü sefa içinde yaşayan, parti parti dolaşıp, spor yapan ve enstrüman çalan gençlerden daha asosyal ve beceriksiz olduğumuzu düşünmüyorum. Öyle olamadıysak bir sebebi var diyerek paylaşmak istedim o kadar. Kurulu düzenlerden bağımsız, ‘güzel’ bir gençlik ve yetişkinlik dönemi geçirmeniz dileğiyle…
Uniquen…
2 Comments
koraay naaptın yaa, valla ağlanacak halimize ayna tutmuşsun! işteki bilgisayardan yazıyorum şimdi, uykusuzum, yorgunum, h.sonu alese giriyorum, depresyondayıımm, unutuldum, yalnızım :((((
Valla bunu bir arkadaşım yazdı, sitede Uniquen adı altında yayınlıyorum yazılarını.. Eminim o ne yaptığını görecektir bunu okuyunca 🙂 Sakin ol sen de tabi öncelikle 🙂