• Blog
  • About
The Naked Truth
25/03/2015

The Naked Truth

Geçtiğimiz günlerde aşağıdaki iletiyi farklı sosyal medya kanallarımdan paylaştım ve olaylar gelişti.

yakında bir yazı yazacağım ve blog dünyasında kıyamet kopacak. Milano’ya kapı önlerinde poz vermek için gelen, hiçbir defileye davetli olmadığı halde “-mış gibi” yaparak paylaşımlarda bulunan, bu sayede çeşitli markalarla işbirlikleri yaparak kendilerince “oyunda kalan” bazı isimleri paylaştığımda sanırım hepimiz çok eğleneceğiz. insanlar herhangi bir şehre dilediğini yapmak için gidebilir, bunda bir sıkıntı yok. ancak iş, sizi takip edip güvenen insanları kandırmaya, bu işe yıllarını veren insanların emeklerini baltalamaya dönünce bir dur demek gerekiyor.

Bu iletiyi paylaşmamla birlikte ortalık birbirine girdi diyebilirim. Bazı yorumlar bu isimlerin kim olduğunu hemen açıklamamı söylüyordu, bazıları böyle insanların her yerde olduğunun altını çiziyordu. Takip eden günlerde bana ulaşan mesajlarda sektörün önemli isimleri kendi akıllarındaki isimleri paylaşıyor, ne kadar haklı olduğumu bir kere daha bana hatırlatıyordu.

Ancak en son söylenecek şeyi baştan söyleyeyim: ben burada çeşitli isimler sıralayıp bu isimlerin dikkat çekmesine hizmet edecek değilim. Gelin olayı detaylıca bir gözden geçirelim.

Nasıl başladık?

2009 yılında blog yazmaya başladığımda, bu işin bir meslek olabileceğini, blog yazarak farklı dünyaların kapılarını aralayabileceğimi, bugüne kadar gerçekleştirdiğim onlarca farklı projeyi yapabileceğimi tahmin bile etmiyordum. Türkiye’de moda ve blog ikilisinin aynı anda patlama yaşamasından olsa gerek, moda blogculuğu aldı yürüdü. Bu işin öncülerinden olmanın verdiği garip bir sorumluluk duygusuyla hareket ettiğimden midir bilmem, ne zaman bu sektörde etik olmayan, yanlış gittiğini düşündüğüm şeylere şahit olsam tepkimi dile getirdim.

Başlangıçta kimse bir blog yazarının herhangi bir etkinliğe davet edilebileceğini bile düşünmezken blogum bana köklü moda dergilerinin gedikli editörleri veya gazetelerin köşe başlarını kapmış deneyimli yazarlarıyla yan yana oturma şansı verdi. Blogum henüz ikinci yaşına girmemişken profesyonel çalışma hayatımı sonlandırıp tam zamanlı blog yazarı olmaya karar verdim. Kartvizitimde “Blog yazarı” yazıyordu ve bu – emin olun – çok zordu. Zira sektörde pek çok insan için blog yazmak bir gençlik hevesiydi. Zamanla dünya çapında blog yazarlarının başarıları gündeme gelmeye başladıkça ve benim gibi blog yazan isimler bu işi daha da ciddiye aldıkça blog yazarlarının proje geliştirebildiği, kendisini daha iyi anlatabildiği bir ortam oluşmaya başladı. Tek tek isim vermeme gerek yok, siz zaten çok iyi tanıyorsunuz, bazı isimler bu işte başı çekti. Dergi kalitesinde fotoğraf çekimleri yapan, ciddi bütçeli anlaşmalar gerçekleştirebilen ve yurt içi ve yurt dışındaki önemli etkinliklerin aranan yüzü haline gelen blog yazarları, ikinci ve hatta üçüncü bir jenerasyonun önünü açmak için çok uğraştı diyebiliriz.

Kendi geçmişime dönüp baktığımda, blog dünyasında bulunduğum 6 yıl içerisinde sayısız proje, dünya devi markalar, son üç yıldır yerinde takip ettiğim Milano ve Londra moda haftaları, katıldığım onlarca yurt içi ve yurt dışı gezi, binlerce yazı ve fotoğraf görüyorum. Hepsinin tek bir ortak özelliği var: beni takip eden insanları ve sektördeki diğer isimleri yanıltacak işler değiller.

Peki yanıltmak ne demek ve yanıltıcı olmamak neden bu kadar önemli? 

Blog yazmak, bir sosyal medya yüzü olmak, paylaşımlarda bulunmak ister istemez insanın omzuna bir yük bindiriyor: takip eden insanlara faydalı ve çekici içerikler sunmak. Burada bazılarınızın “Ee reklam alıyorsun, projelerden para kazanıyorsun, nasıl inanalım?” dediğini duyar gibiyim. Ancak bugüne kadar kalitesine güvenmediğim, kendim inanmadığım tek bir şeyi bile paylaşmadığıma emin olabilirsiniz. Bir proje dahilinde çalışıyorsam, o projeyi en tüketilebilir halde sunmayı amaçlıyorum. Kaldı ki sayısız proje yazmış bir isim olarak söyleyebilirim ki inandırıcı kalmak ve güzel içerik sunmak, böyle bir amaçla mümkün olabiliyor.

Ben dahil olduğum projelerde bugüne dek tek bir yanıltıcı hareket yaptığımı düşünmüyorum. Benim gibi pek çok ismin arkadaşım olmasından da mutluluk duyuyorum. Ancak benim bu yazıyı yazmama neden olan bazı kişiler, sanıyorum yaptıkları işte dürüst olmaları ve etik kurallar çerçevesinde davranmaları gerektiğini henüz öğrenebilmiş değiller.

Milano Moda Haftası ve Düşündürdükleri

Geçtiğimiz günlerde Milano’daydım. İlk defa 2012’nin Ocak ayında katıldığım Milano Moda Haftası’ndan beri, yani son üç sene içerisinde, farklı dönemlerde erkek ve kadın defilelerini yakından takip etme şansı yakaladım. Bugüne kadar Londra ve Milano’da sekiz moda haftasına katıldım. Editörlerin çok iyi bildiği gibi dünyaca ünlü moda markalarının defilelerine davetli olmak, büyük bir mesele. Hele ki blog dünyasından isimlerin, eğer bir Bryan Boy ya da Chiara Ferragni değillerse, bu tür markaların defilelerine davet edilmesi, büyük bir başarı. Prada, Gucci, Burberry, Moschino, DSquared2, Emporio Armani, Giorgio Armani, Ermenegildo Zegna, Missoni, Dolce & Gabbana gibi markaların defilelerine katılıp, özel davetlerinde en önemli isimlerle yan yana gelebilme şansı yakalamış biri olarak söyleyebilirim ki bu tür “güzellikler” öyle havadan kucağınıza düşmüyor.

Bu nedenle moda haftalarına katılımı ciddiye alıyor ve bu konuda kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Örneğin son katıldığım Milano Moda Haftası boyunca 7 blog yazısı yazdım. Yakından takip ettiğim 6 farklı markanın yeni koleksiyonlarına ait incelemem bir derginin web sayfasında yayınlandı. Moda haftası izlenimlerim bir gazetede tam sayfa olarak okuyucu karşısına çıktı. Kendi sosyal medya kanallarım için fotoğraf çekimleri gerçekleştirdim. Tabi bir yandan Milano’da, bu markalarda çalışan arkadaşlarımla da hem iş hem eğlence içeren buluşmalar gerçekleştirdim.  Bütün bunları, tam zamanlı olarak çalıştığım işimden izin aldığım bir hafta içerisinde, bütün masrafları kendi cebimden karşılayarak gerçekleştirdiğimi söylememe gerek bile yok sanırım.

Ben bu tür bir çaba içerisindeyken, altı yıldır dürüst ve özverili bir çalışma içerisindeyken bazı isimlerin “-mış gibi” paylaşımlarını görmek beni bir hayli düşündürdü.

Bir bakıyorum, önüme düşen bir fotoğrafta “Ready for Missoni show.” yazıyor. Pardon? Missoni ne zaman bu paylaşımı yapan kişiye bir davetiye gönderdi acaba? Tabi, davetiye gönderilmiş olabilir. Peki isme özel bir davetiye fotoğrafı ya da defile alanının içerisinden bir fotoğraf paylaşılmaz mı? Ben şu ana kadar, hala ilk günki heyecanımı yaşadığımdan olsa gerek, bana gelen bütün davetiyeleri fotoğraflıyor ve paylaşıyorum. Defileleri de anlık yansıtmaya çalıştığım için, podyumdan fotoğraflar veya videolar paylaşıyorum.

Bir bakıyorum, önüme düşen bir fotoğrafta “O defileden bu defileye koşturuyorum.” yazıyor. Pardon? Tam olarak hangi defileler bunlar? Kimsenin adını bilmediği tasarımcıların defilelerinin kapısına gidip güvenlik görevlisine dil dökerek içeri girilince bu “Moda haftası takip etmek.” mi oluyor acaba?

Bir bakıyorum, önüme düşen bir fotoğrafta Duomo’nun önünde verilen pozlarla “Defileye yetişme.” havası yaratılmış. Milano’yu bilmeyenler için söyleyeyim; Milano Moda Haftası boyunca defileler şehrin farklı bölgelerine yayılır. Gucci yıllardır defilesini Piazza Oberdan’da yaparken Prada’nın Via Fogazzaro 36’da kendi defile alanı vardır. Bazı günler şehrin güneydoğusundaki bir defileden şehrin kuzeybatısındaki başka bir defileye yetişebilmek için taksilere takla attırmanız gerekir. Ancak Duomo’nun önünde herhangi bir defile gerçekleşmez.

Bir bakıyorum, önüme düşen bir fotoğrafta “Outside Marni.” yazıyor. Pardon? “Inside Marni.” yok mesela, o ne olacak? Defileye davetli değilsin ancak kapısında poz veriyorsun; sonra da takipçilerini kandırmak için “Marni defilesi çıkışında poz verdim.” havası yaratıyorsun. Yer mi blog okuyucusu?

Belli ki yiyor. Çünkü bu fotoğrafların altındaki yorumlara bakıyorum, “Canım şahanesin.” ile başlıyor, “Milano Türk bloggerların gücünü görsün.” ile bitiyor. Ancak uğruna methiyeler düzülen bu isimleri ne bir marka tanıyor, ne de kimse herhangi bir etkinliğe davet ediyor.

Olay Sadece Bununla Sınırlı Değil

Tabi ki benim bardağımı taşıran son damla bu oldu ancak bir süredir blog yazan, Instagram paylaşımlarıyla dikkat çeken, her yerden karşımıza çıkan bazı isimlerin yalan dolan hayatları üzerine yazmayı düşünüyordum. Davetli olmadığı etkinliklerin lokasyonunu diğer davetli isimlerin paylaşımlarından öğrenerek etkinliğe katılanları mı sayayım yoksa yüzüne güldüğü arkadaşlarıyla birlikte davet edildiği bir seyahatle ilgili “O gelirse ben gelmem.” diyebilecek küstahlık seviyesine erişenleri mi? Mağazalardan “şu dergiye, bu siteye” diyerek ürün toplayıp proje yapıyormuşcasına fotoğraf çekimleri paylaşanları mı sayayım yoksa şehrimizdeki moda haftalarında saç saça kavga edenleri mi?

Kim bilir bu tür isimler bugüne kadar kaç markaya “Ben şuraya davetliyim.” diyerek e-posta gönderdi, proje satmaya çalıştı. Kim bilir kaç ajansa daha önce yazılan sahte yazılar gösterildi. Ve tabi kim bilir bugüne de kaç sahte yazı yazıldı. (Geçtiğimiz sezonlarda paylaşılmış bir blog yazısında “Prada defilesine giderken şu eteğimle şu çantamı kombinledim.” yazısını okudum. Ortada ne bir Prada davetiyesi mevcut ne de defile alanından tek bir fotoğraf karesi.)

Sosyal medya üzerinde hep bir “-mış gibi” yapma halimiz var, anladık. Bunu alt komşumuz kız da yapıyor, iş yerindeki arkadaşımız da. Ancak önemli olan gerçekliği elden bırakmamak.

Benim bu kadar dolup taşma sebebim, bu gerçekliğin alt üst olması. Arkadaşlarımın kimisinin bebeğini uykuya yatırdıktan sonra kendi uykusundan çalarak blog yazdığına şahidim. Benim gibi işini gücünü bırakıp blog projeleriyle hayatına yön vermeye çalışan blog yazarı arkadaşlar tanıyorum. Bunların hepsini, bizi takip eden, okuyan, güvenen insanlara daha kaliteli, daha faydalı, daha yaratıcı işler sunabilmek için yapıyoruz. Bu nedenle, benim bir hafta boyunca gece gündüz çalıştığım bir ortamda yalan dolan paylaşımlar yaparak zaman geçiren isimlerin, gerçekliği alt üst etmesine katlanamıyorum.

Ben gümrük polisi değilim, kimseye “Moda haftasında Milano’ya gitme!” diyemem. Elbette zamanı ve imkanı olan herkes bu tür etkinliklerin keyfini çıkartmak için dilediğini yapabilir. Ortam o kadar göz alıcı, o kadar heyecan verici ki; Anna Wintour yolda karşınıza çıkıyor, Hamish Bowles yan masanıza oturuyor, renkli ve yaratıcı stilleriyle dikkat çeken milyon takipçili blog yazarları sağda solda poz veriyor, bütün şehir adeta moda kokuyor. Dilerim ki herkes bir gün bu ortamı yaşasın, herkes bu moda dolup taşan sokaklardan geçsin. Ancak iş, yapmadığı bir şeyi yapmış gibi göstermek, yalan dolan paylaşımlarla markalara göz kırpıp kendince iş yapabilir olduğunu ispatlamak, diğer insanların emeklerini de sömürmek haline gelirse, orada bir “Dur!” derim. Bu hakkı bana kimse vermedi ancak Türkiye’de blog yazarlığının önünü açmış isimlerden biri olarak bu hakkı ben kendi kendime veririm.

Son Söz

Ben çevremde iş etiği olmayan, takipçisine saygı duymayan, okurunu aşağılayan bu tür insanlar görmek istemiyorum. Sizleri de uyarmak istiyorum. Bir gecede binlerce takipçi edinen, paylaşımları bir dakikada yüzlerce beğeni alan bu “mucizevi” arkadaşların profillerini takip etmekten, paylaşımlarını beğenmekten vazgeçin. Sosyal medya üzerinde yapılan paylaşımlardan kimin doğru söylediğini, kimin “-mış gibi” yaptığını anlamak zor olsa da biraz içgüdülerinize güvenin.

Bu tür durumları okuyucularım, birlikte çalıştığım markalar, sektörün önemli isimleri, işini layığıyla yapan editör, blog yazarı ve tasarımcı arkadaşlarımla paylaşmaya devam edeceğim. Edeceğim ki yalan yanlış hayatlar yaşayan bazı isimler kendilerine çeki düzen versin; hatta belki azalarak bitsin.

Sevgiyle kalın.

Paylaş

  • Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • Twitter üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
  • WhatsApp'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
Share

MY WORLD

You might also like

Londra’dan Trend Notları
24/03/2017
Favori Ayakkabılarım (Erkek Ayakkabı Önerileri)
24/03/2017
Minimalist ve Şık
24/03/2017

2 Comments


Zeynep
25/03/2015 at 20:59
Reply

Herkesin dedikodu mahiyetinde konuştuğu konuları ne güzel haykırmışsın. Bir de bu insanların yaptığı sahtekarlıkları devamlı arkalarından konuşup, bir etkinlikte bir araya gelince bunlarla can ciğer kuzu sarması olan, dost-muş gibi yapanlar var. Bence bunlarda -mış gibi yapan bu aileye mensup.



Zehra Bural
29/03/2015 at 10:55
Reply

Çok yerinde bir yazı olmuş, tebrikler! MBIFW ardından da böyle bir yazı yazılmalı, sektör ancak böyle gelişir. Gayet saygılı bir eleştri olmuş.
Sevgiler



Bir Cevap Yazın Cevabı iptal et



© Copyright Fashionably Digital Adventures 2020